24 Ocak 2012 Salı

kadın, özgürlük ve asalaklık üzerine.


      Deşifre etmek, tutum olarak kendi içimde çok uzun zaman önce tariflediğim ve oturttuğum bir yöntemdi. İkili çoklu kişisel yada politik ilişkilerde taban yada çatı nasıl tariflendi ise ortaya konulan hukuk yada etik çerçevesinde çözünmüş davranış yada yaşanmışlıkların ifade elilmesi ve tekrarından kaçınılması amacıyla işleyen bir yöntem olarak hep arkasında oldum. Bence iki insanın bir araya gelmesi özünde bir akitdir. En basitinden tek gecelik bir ilişki bile “birbirimizi öldürmeyeceğiz” maddesi ile başlayan uzun bir sözleşme değil midir? Bu sözleşme konuşulmuş olsun yada olmasın temelde bazı değerleri tanımayı önceliğe alır. Sabahına öldürülmüş bir bireyi  yaşam hakkı konusunu dile getirmedi diye suçlayamayız. 
            İş ikili ilişkilerde özel diye tasvir edilen alanlarda yan yana gelmelere geldiğinde sözleşme enine boyuna daha detaylı ve özelleşirken bir o kadar da daha özelleştiği için politikleşir bizler için. Bizler derken politik mücadelesini hayatının her bir noktasına yaşam olarak sokmaya çalışan, yaşamda kadın olarak kendi olarak var olma akışına aşağıdan yukarıya set çeken tüm otoriterlere direniş gösteren göstermeye çabalayan yada en azından bunların farkında olan, kendisine uygun görülmüş minik adasından boğulma pahasına kendini sulara atmış, algılarından bedenine tüm ergümanlarını yeniden kendi dili ile kendi aynasında biçimlendirmeye çalışan kadınlardan sözediyorum. Ve bu mücadeleye benzer daha iç daha derin daha zorlu daha marazlı va deha bilmediğim nicesini de içine alan biseksüel,transgender ve querlerden. İkili ilikşilerin erkek egemen dünyasında (marxist yada kapitalist) anti otoriter kadınların nedense ilk karşılaştıkları sorun güç mücadelesi. toplumsal ya da kapitalist ya da tüketimci  zorlamaları dışlamak başka yaşam pratikleri ve aşkın hallerini yaşamak  için ortaya konan poliamorist, çok eşli, aseksüel, cinsel özgürlükçü hareketlerin tamamının da aynı güven bunalımı ve güç mücadelesi sarmalında debelendiğini biliyorum.
            Nereye varmaya çalışıyorum?
            Bir süre öne yaşadığım bir olaydır bana bu yazıyı kaleme aldıran, ancak ne bireyi deşifre etmenin ne de yaşadıklarıma şahit ve bana yaşatılanlara yardım ve yataklık edenlerin deşifre edilmesinin hiçbir işe yaramadığını yaramayacağını, belki de olumlayarak reklam değeri taşıyacağını yada deşifre durumuna reaksiyonla kişisel alanlarım açısından daha büyük tehdit yada gerginlik oluşturacağını farkettim.(sistem nasıl da işliyor) İçimizde almamız gereken pek çok yol var elbet, ama özür dilemeyi öğrenmek bu yolların en uzun ve zorlusu sanırım erkek egemen dünyada.
            Bu yazının iki alt başlığı olmalı bence, iki temel zemini,
            Birincisi kendi özgürlük savaşını vermekte olan kadınların (bireylerin), yaşamsal duygusal bedensel istismarı, ikili ilişkilerinden başlayarak anti-otoriter, anti-cinsiyetci, anti- milliyetci, savaş karşıtı, aktivist yada pasivist bireysel ve çogulcu zaminleri adımlarına ayakkabı ve dolayısıyla vatan edinmiş özellikle kadınların yaşadıkları deneyimlerdenden.

            “Daha acik konusalim mi?” Diye yazmış Anares rumuzlu bir arkadaşımız yazısında
            “Su adamlardan bahsediyorum size: Entelektuel, aktivist, mangalda kul birakmayan(aktivist uslubunca, hasa delikanli tarzda degil-oylesi prim yapmiyor zira), her eylemin orgutlenmesinde on safta olan ama o sorularin bir gonul guzelliginden sorulmaya ihtiyac duyulmadigini bilse de, sirf bu sorular sorulup, is sozlu bir “anlasmaya” dayanmadigi icin yasanan seyin degil sorumlulugunu almak adeta hic olmamis gibi davranan, boyle davrandigi icin de sosyal hicbir yaptirim gormeyecegini bilen (geleneksel yapi cok uzakta- istedigim kadar istismar ederim, hesabina soracak ne bir abi ne bir baba var, ne bir komsu, hatta ne bir arkadas var.—ah yine mi dustum bu partriyarkinin cukuruna—), bunu bildikce de ayni seyleri farkli kadinlara ayni insan gruplari icinde tekrar edebilen, insanlarin arkadaslik iliskisi icinde dahi birbirini gozetmesi gereken konularla karsisina cikildiginda, “inanmadigi seyin sorumlulugunu alamayacagi” agdasini ozgurluk kavraminin ustune habire yapistirip cekerek sonunda yaralayan, sarkitan, sunduren…Erkek egemenliginin “ne feci” oldugunun konusuldugu sohbetlerde, kalinan evlerde yenip icildikten sonra biriken bulasiga goz ucuyla bakan, hadi birseyler hazirlayalim sozunu kadindan duymadan o ozgur kicini kaldirmayi degil becermek, aklina getiremeyen, kapali kapilar ardinda, duvarlarin arkasinda sevistigi kadinla disari ciktiginda aralarinda hicbirsey gecmemis davranan(hem sonra baska kadinlarla nasil yakinlasacak,ya da ya da bu bir duygusal sorumluluga mi donusur!), yasanan seyle ilgili kendisine soru soran kadina, imalarla “klasik dirdirci, cok soru soran,geleneksel” kadin kategorisine her an koyabilecegi tehditini hissettirerek her sorudan yirtmaya calisan, kendi gittigi “politik” toplantilara, eylemlere sevgilisini  davet etmek soyle dursun getirmeyen -veya karisini/sevgilisinin “es durumu”ndan o goruse, o cevreye dahil oldugunu belirtme piskinligini gosteren-hatta onun oralardaki kadinlar gibi olmasindan korkan, muhalif cevrelerdeki kadinlari kolay yatilacak kadinlar olarak gorup, onlarla yatan kalkan ama bir iliskimiz var mi sorusunu ozgurlugune tehdit olarak algiladigini soyleyip daha sonra “temiz,sevimli,guzel,masum,iyi niyetli” kadin aramaya cikan, bu kadinlarla yasadigi iliskiler sonucu kazara kadin hamile kaldiysa sadece operasyonda yaninda bulunmayan degil, “sen ne dusunuyorsun? bu cocugu istiyor musun?” sorusunu sormayi dahi aklina getirmeyen, cok eslilik adi altinda cok kadinli olmayi isteyen, dahası bu geleneksel formu “ozgurluk” maskesi altinda surdurmeye cabalayan, kendi birlikte oldugu kadinlardan biri başka bir erkekle birlikte oldugunda ya “baska bir neden” yaratarak sorun cikaran veya aciktan kustum oynamiyorum rolune giren, evlenip/birlikte yasayip/bir sabitlenmis iliskiye sahip olup, cok eslilik adi altinda baska kadinlarla da birlikte olan ancak asagi yukari hergun dondugu ve farkli alanlarda farkli -ve cogunlukla kopmaz, koklu seyler- yarattigi bu evdeki kadin ile diger kadinlar arasinda sonu basindan belli bir hiyerarsi yaratip yaratmadigi sorusunu kendisine sormaya daha tenezzul etmeyerek, bunun luksu(!) ve rahatligini suren, kendi yuce dehasina agzini ayirip bakmadigi ve kendisine -kahretsin- en azindan hayran olmadigi icin bir kadina dis bileyen, buna da baska sebepler gosteren, bir yandan kapitalizmi, tuketim kulturunu elestiren ama ote yandan bu kadin modelinin pesinden kosmaktan kendini veya sadece gozlerini  alamayan, dahasi kendisiyle celisen, yaptigi her berbatligin altini bir teoriyle doldurabilecek kadar hem okumus yazmis hem de bir etik gelistirmekten uzak kalmis olan, dahasi ve dahasi kadinlarin artik o geleneksel yapidan uzak olduklarini bildigi ve bu anlamda sosyal alanda zaten “korunmasiz” kaldigini dusundugu icin, her tur istismari akillica ve “kendi ozgurlugu” adi altinda gelistiren……”
(http://yenidunyaninesiginde.wordpress.com/2011/01/07/kadin-ozgurlugunun-asalaklari/)


            İkincisi konu ise kurumsal stk dernek vb alanlarda yaşandığı gibi bizler arasında da herşeyi alt eden dil yada kaçış yöntemlerine haiz "unsur abiler" var mıdır?
Benim yaşadıklarımın durumları yada ayrıntıları benim insiyatifimle konuşulmaya başlamadan bir yerlerde dile gelir iken, ki bu net dedikodudur, kimsenin bir telefon açıp ne oldu diye sormaması… çünkü en başta da sölediğim gibi çoğul politik zeminde yaptığımız sözleşmelere dair şöyle bir soru geliyor aklıma:  her sözleşme aynı zamanda bir taviz midir yoksa özgürleşmeye bir adım daha beraber atmamıza  yardımcı temel mi? Bu yanyana gelişlerin olumsuz bu yaşanmışlıkları biriktirmesi ile özgürlükten, bütün olmaktan, birey olmaktan, yaşamaktan ne kadar vazgeçtiğimizin ince hesabını yapabilen var mı?
            Varoluşlarını gerçekleştirmekten ümidi kesip kendini “zalımın” eline zalımlaşmak ile koyvermiş mutsuzlar diyemez miyim yaşadıklarımızın diğer yanına? Derim ama bunu benim (istismar edilmiş, zihinsel ve bedensel özgürlüğü asalakca kullanılmış herhangi bir kadının)  genel anlamda anti-otoriter bir topluluğa da demem ile birlikte hukuk adına bizi yan yana getiren ne kalacaktır? Mazlumlar (zulmün nesnesi) heryerde de, zalimler (zulmün öznesi) nerde?  hiç birimiz bu sıfatı kabul etmiyorsak? Freud’a mı sığınayım Marx’a mı?


            İki eşit insanın karşılıklı olarak güç ve otoriteyi dışarıda bırakacak şekilde bir araya geldiği bir örneği göremeden de öleceğim galiba..

                                                                                                                                                                Moria Pîa
                                                                                                                                                                    Ocak 2011 Bolu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

UZUN SAP

Sol ayağıma de ki Delile… I.                      PERDELİ sen bana dokunduğunda Venedik’te bir çan zincirlerinden boşalıp sokaklarda ...