13
ocak 2011 tarihinde muhalefeten yayın alanına ellerini açan yayın kolektifi 365
gündür bir arada… Bu süre zarfında Kibele ve Kaos yayınları ile kol kola 7
kitap basıldı ve yayına hazırlanan 3 kitap kapıda… oldukça uzak
mesafelerden ve yaşam örüntüleri
birbirinden farklı bir grubun oluşturduğu yayın kolektifi 1. Yılını hep beraber
kutlayamadı, dolayısıyla konumuz bu… Ortak zaman ve mekânı kullanmadan hareket
edebilmiş, yeni engeller, yeni tempolar, oluşturarak hasımlarının yerini belki
de değiştirmiş ve bence yaşam kozlarını yeniden inşa eden yayın kolektifi ile
uzak mesafeleri bir kâğıt üzerinde bir araya getirmek gayreti ile…
Moria Pia: dip notlarını otel
duvarlarına ve bisiklet jantlarına kazıyanlar aşkına, yazar ile yayınevi
arasındaki kapitalist ilişki nasıl örülmektedir? YK’ nın bu noktadaki
muhalefetini açabilir miyiz?
Can Başkent: (New York City) Yazar ve yayınevi arasındaki ilişki kapitalist
dünyada, kapitalizmin sıradan yansımalarından biridir bence. Nasıl, manavla
çiftçi arasındaki ilişki de kapitalizmde kendini sömürü ve pragmatizm üzerinden
konumlandırıyorsa, benzer bir inşa da yazar ve yayıncı arasında elbette var.
Ben, entelektüel üretici ve bu ürünün dağıtıcısı, pazarlayıcısı arasındaki
ilişkinin kendine has spesifikleri olduğunu düşünmüyorum, eşyanın tabiatından
kaynaklı farklar dışında. YK'nın muhalefeti de işte bu noktada beliriyor bence.
Dayanışmayı ticaretin, omuzdaşlığı ticari ortaklığın, hoşgörüyü rekabetin
yerine koyuyor. Bu temel inşa farkı, YK'yı piyasadan farklılaştırıyor.
Moria Pia: Bir yazar ve söyleşir olarak
sizin muhalefet noktalarınız nereleredir?
Yayınevlerinin güvenlik kapılarından geçtikten sonra yazarları neler
beklemektedir? YK’nın çabası niyedir?
Can Başkent: Benim muhalifliğim
bir anti-kapitalist ve anarşist olmamdan kaynaklanıyor elbette. En önemlisi,
tüm bu iktisadi sömürünün yanında, kapitalizmin ve kardeşi pragmatizmin
birlikte yarattığı ahlaki yapıdan nefret ediyorum. Dolayısıyla, gerek insan
ilişkilerinde, iletişimde ve iş yapma şeklimizde bu ahlaki yapının
dışlanması benim amaçlarımdandır. YK'nın çabası da, “devrimi’ beklemeden devrim
olmak olarak özetlenebilir bana kalırsa.
Moria: Sokağa çıkmaya korkan ötekiler aşkına nedir
sayfalarda bizi ayıran Hülya? Medyada ayrımcılığın yapılmadığı, çünkü bu tür
haberlerin artık haber edilmediği, edenlerin yerlerinde duramadığı bir
ortamda; yazar, yayınevi, dağıtım
parantezinde ne tür ayrımcılıklar yaşanmakta, YK ayrımcılığa karşıdır ifadesini
biraz açabilir miyiz?
Hülya Tarman: (Ankara) YK ‘ın nasıl bir ayrımcılık karşıtlığı var. “Genel”‘
bir şey söylemem mümkün değil! Ancak net söyleyebileceğim şu: YK şöhretlerin
değil yaratıcı ve bilinmeyen değerlerin izini sürüyor!Bu çaba çok ince bir
emekle veriliyor.Belki genel çerçeve şu demektir: Dayatılan, ezbere
yerleştirilen herhangi bir “ötelemeyi” reddetmek.
Dezavantajlı
grup ya da kişileri, dilleri vb. gibi “gözetmek” kapitalizm işbirliği
olmadan popülerleşme olmaz mantığından ayrı durma ısrarı!Ya da bunlar benim
algımda, beklentimde oluşanlar diyeyim.
Çok yeni bir kolektiften söz ediyoruz. Zaman
zaman hararetli konuşmalar oluyor, el yordamı, deneme yanılma hali içinde,
görerek, pratikte sorunları yaşayarak aşmaya çalışıyoruz… Bence ayrımcılığa
karşı sıkı bir duruşu var kolektifin!Dağıtım ve tanıtımda yaratıcı olabilirsek
“kim tutar bizi” halimiz bugünden var!
Sokağa
çıkmaya korkan ötekiler aşkına nedir sayfalarda bizi ayıran ? Diye
sormuşsun… İçim acıdı… Keşke sokağa çıkmaya korkan olmasaydı ve biz sayfalarda
ayrılmasaydık! Ama biraz da bu aslında neden bu denli, bu kolektif beni
heyecanlandırıyor sorusunun cevabını senin sorunda buldum. Evet “sivil sansüre”
sokağa ulaşamam kaygısı olanlara ayrı bir sayfayız biz! Tam sokağa
çıkacakken kapıya eli varmadan yerine
oturan çok kişiye başka bir kapı açıp Sokağın tüm hareketine, gürültüsüne,
canlılığına, acısına rengârenk meydanlara davet eden…Yazanı okuyanla
buluşturan. İçimizden, içimize bir el veren, teklesek de, aksasa da, yolunda
gitmese de her zaman her şey…İşte bir yıl geride kaldı… ama hiç öylece değil…
basılmış 7 kitap, basılacak, bekleyen 3 kitapla…
Hiç az şey değil, değil mi?
Moria: ben ne güzel işerim güneşe karşı/arkamda medrese duvarı önümde
carşı/ bir sürekli kaşınmadır yaşadığım/törelere ve alışkanlığa karşı, der ya Turgut uyar su
yorumcuları şiirinde, yk redaksiyon grubunu bize biraz anlatır mısın?
Melih
Dalbudak: (Gaziantep) Benim Yayın Kolektifi'ne katılma ihtiyacı duymam, hep
"boyundan büyük işlere kalkışma" güdüsünden kaynaklandı.
Ortaklaşmacılık, kolektivizm, gönüllülük v.s., adına ne derseniz deyin, insanın
özünde, samimiyetle bulunan bir duygu. Çünkü bu duygunun karşıtı bencillik,
cemaatçilik, menfaatçilik v.s.'dir. Yayın Kolektifi'nin kuruluş bildirgesi ve
diğer metinleri hep bu güdüye vurgu yapar ve davet eder. "Bir el ver"
aslında, bu özün ve içtenliğin yalın ifadesidir.
Yayın Kolektifi'ne girerken ve el
vermeye gönüllüyken aklımdaki tek konu tashih/redaksiyon işlerine yardımcı
olmaktı. Ama bu niyetimin dışında da birçok işte diğer arkadaşlarla birlikte
çalıştık ve devam ediyoruz. İlk 4 kitabın yayın çalışmalarına yetişemedim ama
basım süreci ile birlikte el vermeye çalıştım.
Redaksiyon
grubu özelinde, çalışma şeklini şöyle özetleyebilirim: Yayın Kolektifi'ne gelen
her türden dosya, yazarın adı ve diğer bilgileri çıkarılarak, redaksiyon
grubundaki arkadaşların gönüllü çalışmasına sunulur. Dosyayı üstlenen
arkadaşlar, kendi aralarında belirleyecekleri makul bir süre içinde dosyayı
okuyup, birer rapor hazırlarlar. (İlkesel olarak en az 3 rapor hazırlanır.)
Raporlarında dosyayı; dil ve imla, anlatım, tutarlılık, kullanılan üslup v.d
yönlerinden, ama bir editör gözüyle değil, iyi bir okur gözüyle
değerlendirirler. Dosyada eleştirdikleri ve düzeltilmesini elzem
gördükleri konuları raporlarına geçirirler ve sonuçta dosyanın basıma
önerilmesi konusunda olumlu bir kanaat oluşursa, yazarla tekrar iletişime
geçilerek, dosyanın teknik bakımdan hazırlanması başlar. Teknik konularda
yetkin arkadaşlar, özellikle kapak tasarımı ve diğer konuları yine gönüllülük
çerçevesinde ve kolektif katılımcılarının önerileri doğrultusunda netleştirir.
Bundan sonra da dosyanın basım için yayınevlerine önerilmesi süreci başlar.
Redaksiyon süreci kısaca böyle. Ama ben şu
konuya da değinmek istiyorum sevgili Moria. Zaman zaman YK içinde ideolojik,
kişisel ya da başka nedenlerle tartışmalar ve soğukluklar yaşandı (mesela
şimdi de, ırkçılık ve tepki temelinde hafiften bir kıpırdanma var). Ben böyle
durumlarda yazmaktan çok, düşünmeyi tercih ederim. Ondan sonra sadece YK
sayesinde tanıdığım ve kimiyle az, kimiyle çok fazla paylaşım yaşadığım,
birbirimizin yaşamına değebildiğimiz dostlarımızı düşünürüm. Bir iş veya
eyleyişte birlikte olabilmiş dostların, ortak bir entelektüel ya da zihinsel
faaliyette de üretkenlikleri daha fazla oluyor bence. Bu bakımdan YK'nin
kattığı değerlerin yanında, zaafı olarak bu noktayı söyleyebiliriz. Yani
birbirini -bir şekilde- tanıyan ya da birbirine -her türlü- değebilen
insanların artması.
Moira Pia: “Çok okudun biraz
da yaz” diye başlıyor Murat Uyurkulak Har romanındaki kutsal kitaba… Yazmaya karar verip yayınevi
duvarlarından korkanlar, muhalifler ve
yolda olanlar için YK’ya ulaştıklarında süreç nasıl işliyor Ceren?
Ceren
Cevahir Gündoğan: (İstanbul) Yazmanın çok yalnız bir eylem olduğunu düşündüm
hep. En neşeli romanı-şiiri de yazsa, yazar, orada yalnız ve dolaysız bir dünya
kurduğunu gördüm. Benim yazıyla ilişkim çok okumakla başladı. Daha doğrusu
okumayı öğrendikten sonra okuyup sevdiğim, bende yer eden yazarları-şiirleri
taklit ederek... Yayın Kolektifi'ne, daha cüretkâr olduğum o yaşlarımın
şiirlerini gönderebilmeyi çok isterdim. Hiçbiri bende yok. Olsa da, toplumsal
kaygılar gereği gönderemezdim sanıyorum. Kolektif'in önemi benim için bu
noktada başlıyor. Kimse kimseyle “yüzleşmiyor”, dosyası olan, “ben de varım”
diyerek kolektif içinde belirlenen editör arkadaşımızın mail adresine dosyasını
gönderiyor. Tabiri caizdir, zımba gibi bir redaksiyon grubumuz var. En az 3
kişi dosyaya gönüllü talip oluyor. Her birimiz ayrı coğrafyalarda, apayrı işlerde
olduğumuzdan kimler müsaitse alıyor dosyayı. Belirlenen süre ne ise (ben
iki ayı geçtiğini hatırlamıyorum) o süre içinde dosyayı okuyan arkadaşlar dosya
hakkındaki görüşlerini raporlandırıyor. Yine editör arkadaşımız tarafından bu
raporlar dosya sahibine iletiliyor. Raporların neticesi “Yayın Kolektifi bu
dosyanın kitap olarak basılmasına destek olmalıdır” yönündeyse, yayınevlerine
dosya öneriliyor. Yayınevi duvarlarını biraz da kendi mütevazılığımız inşa
ediyor sanırım. Yazıyla kurduğu dünyayı sırtına alan hiç kimse o duvarlardan
korkmamalı. Çünkü kutsal olan biziz aslında ve sanırım Uyurkulak da buna işaret
etmiş o cesaret verici cümlede.
Moia Pia: Her kelimenin iki anlamı olduğunu bilmiş,/Baştan beri üçüncüyü
aramıştı./Ama bu bir şey değildi asıl aradığının yanında diyor Enis Batur…
altına el atılmış bütün taşlar aşkına nedir bu coğrafyada kolektif
mücadelenin aradığı?
*Gün zileli: (İstanbul
) 20. yüzyılda insanlık yeni bir toplum için bir örgütlenme biçimini
denedi. Bu, Leninist örgütlenme biçimiydi. Yani, egemen sistemle mücadele
edebilmek için aynı onun gibi merkeziyetçi ve disiplinli bir şekilde
örgütlenmiş bir yapıya ihtiyaç olduğu fikriydi bu. Yaşanan deneyler sonucunda
bu örgütlenme biçiminin yeni bir toplumun kurulmasında başarısız olduğu ortaya
çıktı. Evet, belki eski sistemi belli ülkelerde yıkmakta başarılı oluyordu bu
örgütlenme ama iktidara geldiğinde, aynı eski sistem gibi baskıcı oluyor ve
insanların inisiyatifini köreltiyordu. Bu yüzden insanlığın ortak hafızası
artık bu örgütlenme biçimini tarih müzesinde, çıkrık ve baltanın yanına
göndermiş bulunmaktadır. İnsanlar 21. Yüzyılda, özinisiyatife ve insanların
ortak çabasına daha çok ağırlık veren, çok daha ademimerkeziyetçi bir
örgütlenme biçimini aramaktadırlar ki, bunun adına kısaca kolektif örgütlenme
diyebiliriz.
Moria pia: Önceden şimdiye bu coğrafyada kolektif örüntüler (yapı ya da
örgüt ya da mücadele de tercih edilebilir ama bence örüntü) neleri dert edindi,
nelere muhalefet etti, özellikle yayın alanında başkaca deneyimlerden söz
edebilir miyiz?
*Gün zileli: Bildiğim kadarıyla yayın
alanında bazı girişimler oldu daha önce. Bunlardan en bilineni Yazko’dur ama
başarılı olamadı ve piyasa ilişkilerinin içinde dağılıp gitti. Kolektif bir
örgütlenme (yayın alanında ya da başka alanlarda) başarılı olmak istiyorsa
egemen ilişkilerin ve en önemlisi piyasa ilişkilerinin dışında örgütlenmelidir.
Tamamen gönüllülüğe ve karşılıklı yardımlaşmaya dayalı bir örgütlenmeyle hakim
kapitalist ilişkilere direnilebilir.
Moria pia: aklın kıvrımlarına
zincirlenmiş cümleler aşkına, yk ve yayın konusunda benzeri muhalefet alanları
bir okuyucu ve destekçi olarak sana ne katıyor Mahmut?
Mahmut Çebi (Marmaris): Paranın
dolaşımını denetleyebiliyorsan, muhalefetin dolaşımını da
denetleyebilirsin. Komplo teorilerinden
bağımsız bakarak, diyebiliriz ki; nakitin kontrolü sistematik olarak haçlı
seferleri sırasında başlamış ve bugüne kadar, bir bilim dalı şekline ulaşarak
gelmiştir.
Para muhalefeti sevmez, muhalefet de (kısmen)
parayı sevmez. En masum şekliyle, paraya angaje olmuş bir muhalefetin muhalif
damarlarından çoğu kopmuş demektir. Bu bağlamda, piyasa şartlarından bağımsız
bir yol çizebilen, ufku açık her aktivite bir umuttur. Pembe panjurlu geleceğini, o panjurları satın
almak yerine kendisi yapabilmeyi uman her düşünce, geleceği finansal
kaygılardan uzak düşleyebilen her muhayyilenin umududur.
Yayın Kolektifi, fikrin finanstan bağımsız bir
salgın haline gelebilmesi için atılmış bir adımdır. Aklın konstrüksiyonlarının
bile parayla üretildiği bir çağda, aklı paradan, parayı akıldan çıkarmanın
yolunu bulabilmenin tek çaresi de akıntıya kürek çekmektir. Çok mu zordur? Çok
zordur. Zaten kolay olsaydı, ne sen bu soruyu sorardın, ne de ben cevap yazmak
için uğraşırdım.
*Moria Pia: Dünyanın tüm ritimleri ile zıplaşan fasulyeler aşkına, YK’da olmak
ya da bir kolektifte olmak ya da aslında onu olduran bir parça olmak birey
olarak sana neler kattı, üretim sürecinden aklında kalan anılar var mı Şule?
Şule
ayaz: (Ankara) -Güzel soru, hele şu "zıplaşan fasulyeler" kısmı
beni çokça zıplattı! :) YK öncesi, kolektif denebilecek bir yapılanma içine
girmiştim, ama ne çemberin içindeydim ne de dışında :( Çıkması planlanan dergi
çıkamamış, fikri de sönümlenip gitmişti zamanla.
YK ise çok ilginç bir şekilde, baştan itibaren çemberin
içine çekti beni. Burada YK derken soyut bir oluşumdan bahsetmiş gibi oluyorum,
doğrusu YK bireyleri; onların paylaşımları, düşünceleri, tavırları,
bana/birbirlerine yaklaşımları vb.... Sürecin sonunda kitapların basılması ise,
önceki deneyimimden dolayı, hiç beklemediğim bir sürprizdi :) İşin ilginci,
basılan altı kitaptan üçünün sürecine dahil olmuştum -doğuma eşlik etmiş
cicianne benimsemesi :)-
Ama üretim sürecindeki asıl ilginç/unutulmaz anım kolektifin
Facebook'taki "Ahmet Şık'ın Kitabı Bende de Var" kampanyasına ait:
Facebook ayarlarıma göre tüm bildirimler mail adresime geliyordu ve ben bunu
kampanyanın başladığı günün gecesi fark edip 25 bin mail silmek zorunda
kalmıştım :)
Tabii ki süreç tamamen toz pembe ilerlemiyor: Tartışmalar,
gündemin getirdikleri, yapılması gereken ama yapılamayan işler... Ama silkinip
devam edebilmek ne güzelmiş yahu! Yayın Kolektifi, her şeyi bir yana koyalım,
devam edebilmeyi gösterdi/öğretti bana; yılmadan, kolektif olabilme bilinciyle,
güzel paylaşımlara ve ürünlere...
Düşüncelerimi dile getirme fırsatı (ve dürtüklemesi :))
yarattığı için Moria Pia'ya sonsuz teşekkürler...
Moria Pia: Şayet dünyanın büyük bir değişime
ihtiyacı olduğunu fark edersen, kendine en yakın dünya "sen" olursun...
Oradan başla” diyor OSHO… YK sizin kapınızdan içeriye nasıl
süzüldü? Nasıl tanıştınız?
ASYA:
(Mersin) Şayet
dünyanın büyük bir değişime ihtiyacı olduğunu fark edersen, kendine en yakın
dünya "sen" olursun... Oradan başla… Röportaja böyle başlamışsın ve
ne de güzel denk düşmüş benim durumuma.
Bana sorduğun sorunun cevabı çok
kısa aslında; çok sevdiğim Ceren Cevahir ve Gün aracığıyla YK'yla tanıştım. Az
biraz yazı yazan, hep okuyan ve kitaplarla ilgili türlü türlü işlere:) bulaşmak
isteyen biri olarak bu çağrıyı hemen kabullendim ve böylece dahil oldum
YK'ya. Ancak bazı sebeplerden ötürü şimdiye kadar pek etkinliğim olmadı. Bir
süre önce yeniden bir redaksiyon ekibi oluşturulurken de bu ekipte yer almak
istedim. Dosyaları bekliyorum merakla.
Yaşarken, çalışmanın ve gündelik
hengamenin dışında başka bir döngüye ortak olmak istedim, istiyorum.
Değişime-dönüştürmeye kendi küçük yaşam alanımdan başlayınca “bir şeyler
olacağını” hissediyor ve buna feci halde inanıyorum:)
Olabilecek güzel şeyler için,
umutla..
Moria Pia: Yürüyen merdivenlerde
tersine koşturanlar aşkına neresidir bu plazalar ve pataklıklar alanı? Ya da
şöyle sorayım: Düzenli kitap okuyan ve
ilişkilerini, belki gündelik hayatlarını bu tür ilişkiler üzerinden
kuran pek çok okuyucunun halen tam olarak algılayabildiği bir mesele değil
“plazalar ve bataklıklar alanı” haline getirilen yayıncılık… bu tamlamayı biraz
açabilir miyiz? Okuyucu artık sadece bir tüketici midir?
Sina Akyol (İzmir): “Yürüyen
merdivenlerde tersine koşturan çocuklar aşkına” girişinizi çok sevdim; Yayın
Kolektifi’nden geldiği belli olan harika bir soru, harika bir başlangıç!
Aynı
zamanda kitap-dergi okuru da olan yazar-çizer kesimi “sadece bir tüketici”
değil elbet. Çünkü bu kesim işin farkında; birileri tarafından yanıltılmıyor,
yanılıyorsa da kendi tercihi yanıltıyor kendisini. Yani sorun yok, ‘piyasa’yı
biliyor; kendi dünya görüşü-kültürel birikimi-beğeni düzeyi çerçevesinde belli
bir tercihte bulunuyor. Bu durumda kitap-dergi okuru da olan yazar-çizer
kesimine dahil olanlar için “sadece tüketici” diyemeyiz. Yazarlıkları
çizerlikleri olmayan ‘kitap kurtları’nı da bu kapsamda değerlendirmek gerek.
Ne
var ki –özellikle genç kesimden- pek çok
kişi, ne okuması gerektiği konusunda son derecede kararsız. Çünkü bilgisiz. Bu
kesimdeki insanların bir bölümü, ‘kitap eki’ veren gazeteleri alıyorsa, bir
oranda şanslı sayılabilir. Çünkü okuyabilecekleri doğru-dürüst kitaplarla
ilgili yazılar da yer alıyor bu eklerde. Ne var ki bu ekler de tavsadı zaman
içinde. Hangi yayınevi daha çok ilan verirse, o yayınevinin kitapları inceleme
yazılarına konu oluyor.
İnsan
‘kitap kurdu’ değilse, ‘kitap eki’ veren gazete de almıyorsa, ‘okur’lukla
ilgisi zaten yoktur diyebiliriz. Fakat öyle değil; kitaplar, ‘piyasa’da, en
fazla, bu ‘okur olmayan okur’ toplamı için basılıyor. Kitabın adı, kitabın
kapağı belirleyici olabiliyor mesela. Hele ki o sıralarda, o kitaptan
dönüştürülmüş bir televizyon dizisi yayınlanmaktaysa ekranda, kıyamet gibi
satıyor kitap. Tabii bir de ‘polisiye’ler var. Ya da gizemci, fantastik yanı
ağır basan kitaplar… Ya da ‘bilim-kurgu’lar, ‘best-seller’ler… Var oğlu var/var
kızı var! Bir zamanlardı, otobüste filan kitap okuyan kişiye ‘kaliteli kişi’
diye bakardık. Şimdilerde otobüste-minibüste-trende-metroda-vapurda ‘kaliteli kişi’den
geçilmiyor ortalık; oturarak ve hatta ayakta, ısrarla kitap okuyanlar var.
Bugüne kadar bu aziz okurların ellerindeki kitaplardan hangisine göz ucuyla
‘sarktıysam’, yukarıda türlerini andığım kitapların kapaklarıyla selamlaştım!
Bu tür okuyucu elbette “sadece bir tüketici”. Hal böyle olunca, “düzenli kitap
okuyan ve ilişkilerini, belki gündelik hayatlarını bu tür ilişkiler üzerinden
kuran pek çok okuyucunun”, “plazalar ve bataklıklar alanı haline getirilen
yayıncılık”ı anlamadığı görüşüne
katılamıyorum. Tarif edilen türdeki okur bence anlıyor durumu, ama yapacak bir
şeyi yok.
Bugüne
kadar on dört kitabım yayımlandı. Bu kitaplardan bir kısmı, mütevazı fakat
iddialı yayınevlerince basıldı (Tan Yayınları, Şiir Atı Yayıncılık, No 27
Yayıncılık, Mayıs Yayınları). Bir kısmını, katiyen mütevazı olmayan yayınevleri
bastı (Harf Yayınları, Toroslu Kitaplığı). Bir tanesi, ‘merkez’deki fakat
edebiyat tarihimiz içinde geleneği olan bir yayınevinden çıktı (Varlık
Yayınları). Devamla: Bazılarını, ‘Plaza yayıncılığı’ yapan ‘merkez’deki bir
yayınevi yayımladı (Yapı Kredi Yayıncılık). Bazıları ise, yine ‘merkez’de yer
alan, bana göre son derecede saygın
-fakat özellikle son dönemde bazı yazarlarından para alarak kitap
yayımladığı iddiası ve gerekçesiyle eleştirilen- bir yayınevinden çıktı (Yasakmeyve-Komşu
Yayıncılık). Bu kitaplardan hiçbiri çok satmayacaktı, satmadı.
Bu
satırları boşuna yazmadım; zıplayıp şuraya geleceğim: “Plaza yayıncılığı”; zarar etmemeye kararlı, hesaplarını buna göre
yapmış, adımlarını bu hesaba göre atmakta olan yayınevlerinin yayıncılık
anlayışlarını ve yayıncılık faaliyetlerini ifade eder. “Bataklık” ise; değerli
bir kitabın dahi, sırf yazarının tanınmamış bir kişi olması gerekçesiyle
reddedilmesinden (hatta dosyaya bile bakılmamasından) başlayıp ‘gelişen’ bir
süreç anlamına gelir. Bu süreç; itiraz etmeyen, edilgin bir okur kitlesi
yaratan, gerici, ‘her türden popüler’ kitabın yayımlandığı ve bu kitapların
reklam faaliyetleriyle neredeyse ‘best-seller’ kılındıkları bir süreçtir.
Kendimden
hareketle belirteyim: On dört kitabımın on dördü de, yayımlayan yayınevlerini
zarara sokmuştur. Son kitabım şimdilerde ikinci baskı yaptı; bu ikinci baskı
dahi, kitabı yayımlayan yayınevini kâra geçiremeyecektir. Bir bilgi daha: Yapı
Kredi Bankası bünyesi içinde faaliyet göstermekte olan Yapı Kredi Yayıncılık,
ilk zamanlarında, ‘başardığı’ zararını bankaya yansıtıyordu. Ama günün birinde
adı geçen banka, adı geçen yayınevine dedi ki: “Şüphesiz ‘prestij’ katıyorsunuz
bankamıza, teşekkür ederiz, fakat yıl sonunda kâra geçememişseniz,
kapanırsınız, artık kendi yağınızla kavrulacaksınız!”
Bütün
bunlar, ‘yayıncılık sektörü’nün somut gerçeklikleri. Peki, “Plaza yayıncılığı”
yapan yayınevleri de dahil olmak üzere, zarar eden yayınevleri niye devam
ediyorlar yayıncılığa? Kâr etmeyeceklerini bildikleri halde kendilerini zarara
sokacak kitapları neden çekinmeden yayımlıyorlar? Kâr edecekleri kitaplar ile
zararlarını karşılayacakları, böylece işi dengeleyecekleri için. Bir de, ille o
işi yapmak istedikleri için. (Ya da YKY, İş Bankası, Doğan Yayıncılık
örneklerinde olduğu gibi, yayıncılık da yapıyor olmanın getireceği ‘prestij’e
ihtiyaç duyulduğu için.) Burada, tam da yeridir, şunu belirtmek gerekir: Yapı
Kredi Yayıncılık, İş Bankası Yayınları, Doğan Yayıncılık, vb. için “Düşünce
dünyamızı, kültürümüzü, sanatımızı belirlemek, muhalefet edilmesini engellemek
gibi şeytanca misyonları nedeniyle…” türünden eleştiriler getirilir. Bu türden
eleştirileri, 70’li yıllardaki “Küçük burjuva!” suçlamasına benzetirim. Bir
insanı “küçük burjuva” olarak nitelemek, olsa olsa bir saptamada bulunmaktır.
Oysa 70’li yıllarda bir saptama değil, bir ‘küfür’ idi “Küçük burjuva!” Yapı
Kredi Yayıncılık, İş Bankası Yayınları, Doğan Yayıncılık, vb. gibi “plaza
yayıncılığı” yapmakta olan yayınevlerinin en muhalif yazarlarımızdan kitaplar
yayımladıklarını biliyoruz. Yalnızca bir örnek: Şanlı muhalefetini 80 yaşında
da sürdürmekte olan Leyla Erbil’in son romanı “Kalan”, yazarın diğer kitapları
gibi, İş Bankası Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Bir nokta daha: Örneğin
‘devlet’in bile -“Dünya Klasikleri”
mantığı çerçevesinde- yayımlamaya
cesaret edemediği nice değerli yapıtın Yapı Kredi Yayıncılık tarafından, “Kâzım
Taşkent Dizisi” içinde yayımlandığını da unutmamak gerekir.
Yayın
Kolektifi, ‘kitaplar öneren yayıncılık’ anlayışını elbette sürdürmek
isteyecektir. Sözünün ve ‘nazı’nın geçtiği yayınevlerine, ‘şanı şöhreti olmayan
yazarlar’ önermekten elbette geri durmayacaktır. Ne Yayın Kolektifi, ne de
bağlantı kurduğu yayınevleri, bu anlamda, “bataklık”ta “plaza yayıncılığı”
yapan kuruluşlar değildir. Ancak Yayın Kolektifi’nin “Yazara telif ödenmemesine
karşıyız. Telifin kitapla ödenmesine de karşıyız” biçimindeki çıkışını, ilk
günden bu yana ‘gerçekçi’ bulmadığımı belirtmek zorundayım. Lütfen dikkat: Bu
çıkışın doğruluğunu-haklılığını tartışmıyorum. Yalnızca şunu söylüyorum: Yayın
Kolektifi’nin önerisiyle basılan kitapların ‘müthiş satacak’ kitaplar
olmadığını, çünkü o kitapların bir tür ‘azınlık’a hitap eden, neredeyse
yalnızca o ‘azınlık’ı ilgilendiren kitaplar olduğunu bilelim, diyorum.
Biraz
da gülümseyelim diye, başıma gelen / başımdan geçen, beni hâlâ eğlendiren bir
anı ile bitireyim: Yılını unuttum, Aralık ayıydı. Yapı Kredi Yayıncılık’ın
büyük kentlerde açtığı, ‘satış noktası’ diye adlandırdığı, yalnızca YKY’nin
yayımladığı kitapların satıldığı kitapçı dükkânları olduğunu herkes bilir. İşte
İzmir’deki o ‘satış noktası’na gitmiş ve yüzde kırk indirimle kendi kitabımdan
satın almak istediğimi söylemiştim görevli arkadaşa. Demişti ki bana: “Kitabınız
yok satıyor şu günlerde. Bitti. Yayınevinden istedim, gelecek.”
Şaşırmıştım,
“Niye yok satsın ki benim kitap?” diye sormuştum. Şöyle anlatmıştı: “Yılbaşı
geliyor ya, herkes hediye alma derdinde. Şükür ki bazıları da hediye olarak
kitap alıyor. Bu dükkâna gelenler, ‘Yılbaşı için hediye edeceğim bir kitap
istiyorum, ama kalınca bir şey olsun’ diyor. Ben de kalın olan bütün kitapları
çıkartıyorum. Sizinki de acayip gidiyor arada.”
Benim kitap “Toplu Şiirler”di, 360 sayfaydı.
Sina Akyol
Moria Pia: Martılardan, bölüşülüp yenilen
simitten, hatta savaşlardan bile duygulanmayan lakin şu an aklımızı
yasladığımız dağlardan bile eski diye geçti ilk aklımdan… sence kitap nedir?
Ömer Ayzer (Malatya): bu aralar, epeydir, nereye
koyacağımı, nasıl düzenleyeceğimi
bilemediğim bir şeydir.. Aklıma gelense ruhun vücut bulmasıdır belki..
"ol" denmesidir her bircümleye.. "ol"an dır..
kapağını açmak bir mezarı açmak gibidir belki de.. sanki her kitapta herkesler
ölmüştür.. anlatmaktadırlar ama içeriden içeri.. toprak altına gömülmüştür de
zamanında.. "görülmüştür" de..
kitap..
ki illaki kapağı olan bir şeydir işte.. : )
Moria Pia: dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç diyor ece ayhan kapalı karşı şiirinde, bu kadar birbirlerinden uzak mesafelerden bir araya gelmiş bir insan grubu ile kolektif işler yürütmek yada yürümekte olan işleri görmek onlara destek olmak sana ne ifade ediyor?
Mîraz RuspÎ (Diyarbakır): Bir mecburiyeti ifade ediyor. Aile, aşiret, cemaat, mahalleli Kolektif ağlarında doğup büyüdüm. Tüm bu dayanışma ağları devlete ve kapitalizme karşı bizi korurken ‘ben’i öldürüyordu.
Kapitalizm kolektif yapılarımızın açığını iyi gördü bireysel özgürlük şiarına demokrasi yalanına eklemleyerek yeni düzeni inşa etti. Bu arada paraya ve itaate dayalı yeni dayanışma ağı yarattı. Aile,cemaat, mahalle, aşiret kolektiflerinin dayanıştığı her şeyi para ve itaat karşılığı yerine getiriyor; annemiz yerine kreşler para karşılığı çocuğumuza bakıyor, Belirli bir bağış karşılığı kurbanımızı kesenler var, para karşılığı yaşlılara bakan huzurevleri var, para karşılığı komşumuzun yerine evimize istediğimiz yemeği getiren lokantalar var. itaat karşılığı bize yeşil kart dağıtan kurumlar
Ayrıca paran varsa ve toplumsal olaylara karışmıyorsan istediğin kadar birey olabiliyorsun. Para kazanmak içinse birilerini sömürmeli yada bir işyerinde canın çıkana kadar çalışmayı kabule etmelisin. Kolektivite bana bir mecburiyeti ifade ediyor. Yeni düzene karşı gelmek için bu günü ve yaşam biçimimizi bireyi önemseyen değer veren ve paraya dayanmayan yeni dayanışma ağlarını kurmak yada bu dayanışma ağlarında yer almak zorunda hissediyorum. Sorunun neden kolektif yayın kısmına gelince çünkü aklın yolu bir paranın baskın geldiği yayın sultasına karşı bir şeyler yapmak gerekiyordu.
İşte bu gerekliliği hissedenler bir araya gelmeyi başardılar. Başlangıçta geçici bir heves kısa sürede dağılacak bir topluluk gibi görünse de işte görüyorsunuz bir yılın ardından yayınladığı kitaplarla yayın kolektifi dimdik ayakta.