Ankara’da Nefes Bar’da fanzini
eline alan bir arkadaşın fanzin tanıtım köşesinde kendi çıkardıkları fanzinin
tanıtımını görmesi ve şaşırması… (fanzinler, fanzinleri reklâm etmez
varlıklarını paylaşır)
Yine aynı mekânda bir İngiliz’e
yanındaki arkadaşlarının çevirisiyle can sıkıntısı vermemiz… ( yurt dışına da
açıldık mı ne acaba geyikleri, karıncaları)
İstanbul’da Kara Kedi Kültür
Merkezinde gözleri görmeyen bir arkadaşımızın fanzini dağıtan arkadaşımızı her
seferinde sesinden tanıyıp “yeni sayı çıktı mı?” diye sorması ve alması…
(dağıttığımız mekânların ve oranın müdavimi insanların müdavimiyiz artık.)
ODTÜ’de bir hocanın odasına girip
fanzini anlatmamız onun da fiyatının “ne verirseniz…” olması üzerine “iki poşet
çayım var” demesi… Bir dahaki sayıda onun yanına yeniden uğradığımızda yeni
sayı için bize pipo, pipo tütünü, kaymaklı bisküvi, birkaç lira ve odasında
bulunan bir başka fanzini vermesi… (yaşasın takasta kolaj!)
İstanbul’da
fanzini dağıtmak için birçok mekâna giden arkadaşımızın o mekânlarda Arif Damar
ile karşılaşması ama yüzünü tanımadığı için fanzine dair iletişim kurmaması, en
sonunda Arif Damarın arkadaşımıza ‘bana niye sormuyorsun?’ diye çıkışması…
(Sözünüzü de yüzünüzü de çok sevdik usta!)
İzmir’de,
12 yıl önce çıkan ve bizi fanzinlerle tanıştıran ‘değil o da değil’ fanzininin
yeni bir sayısıyla karşılaşmamız… (ne büyük bir heyecandır o sanki yıllardır
göremediğin bir dostunu görmüş gibi…)
Ankara da
Hacettepe üniversitesinden Kızılay’a gitmek için otostop çektiğimizde bizi alan
bir sürücüye teşekkür etmek için ona fanzin vermemiz… (Sadece otostopta dağıtım
yapsak binleri bulur.)
İlk sayıyı
dağıtmak için Ankara’ya gittiğimizde, Don Kişot Osman Akkuşun yeni açtığı
mekânda, bize sandalyeleri ve masaları temizlememiz karşılığında kahvaltı
ısmarlaması… (Cebimizde de beş kuruş yoktu hani...)
‘Baba
fanzinde yazıyorum’ dediğimde adını öğrendikten sonra kahkahalara boğulup ‘sen
değişsen…’ diye başlayan cümleyi kahkahadan bitirememesi… Benim telefonu kapatmam…
Derin bir can sıkıntısı…
Ankara’da
sokakta stant açan bir arkadaşla bir mekânda karşılaşıp ona fanzini bir şey
beklemeden vermemiz, bir sonraki sayıda sokakta standının başında onu görüp
yeni sayıyı verdiğimizde ‘ya ben size geçen sayıda da bir şey veremedim’ deyip ‘stanttan
istediğinizi alın’ demesi… ( the Doors ve Ravi Shankar kasetleri bir de el
yapımı cillop gibi bir cüzdan)
İsimlerini
veremeyeceğimiz çalışanların, dolayısıyla isimlerini veremeyeceğimiz
mekânlarda, patronlarından habersiz, müşterilerle can sıkıntısı için iletişim
kurmamıza izin vermeleri… ( Emeğin dayanışması desek sevimli bir selam
göndermiş oluruz sanırım…)
İzmir’de
bir şiir dergisinin ofisini ararken dergideki adresin olduğu yerin bir ailenin
yaşadığı ev olduğunu, evin ofis olarak da kullanıldığını öğrenmemiz… Orada
yaşayan kadın ve kızının misafirperverliği… Kızının bize getirdiği çayın
aslında sıcak su oluşu… Zihinsel bir sorunun böylesi içimizi ısıtışı…
8. sayının
dağıtımında aynı kişi ile İzmir’de, İstanbul’da ve Ankara’da karşılaşmamız. ‘Siz
kaç kişisiniz?!’ diye şaşkın nidası, ‘Dağıtım için iki kişiyiz’ dediğimizde ‘biz
sizi otuz kırk kişi sanıyoruz’ diye şaşırması… (gönül verdikten sonra 2=40
diyoruz, böbür böbür:P)
‘Can
sıkıntısı diye bir fanzinimiz var’ diyerek giriştiğimiz diyalog kurma çabasına
‘zaten canımız sıkılıyor!’ diye bize çıkışmaları insanların… ( bu cünlenin de
böle düşük olması…)
Adana da
üniversitede açtığımız can sıkıntısı standının önüne koyduğumuz ‘sıkılıyorum
öyleyse varım’ pankartının arkasında bir arkadaşımızın fena halde sıkılması.
Pankartı ve arkadaşımızı gören insanların kahkahalarla gülüp arkadaşımızla
sohbete girişmesi… (can sıkıntısı kolektif bir ruh halidir diyesimin gelişi…)
Eskişehir’de
6.45 barda, orada müzik yapan DJ arkadaşın fanzin karşılığı bize istek parça
çalması… (The Doors’dan bir parça ama arkadaşlar hangisi olduğunu anımsamıyor.)
İstanbul’da
bir mekânda arkadaşımızın fanzin için bir masaya gitmesi, masadaki grubun
arkadaşımıza ‘bırak fanzini otur bir bira iç’ diyip masaya davet edişleri,
masadaki kadının arkadaşımıza ‘en son ne zaman seviştin?’ sorusuna aldığı
cevapla ‘ha senin ondan canın sıkılıyor’ demesi…( Cevap arkadaşımızın özel
alanıdır o sebeple biz bile merak edemiyoruz. Ama mail yoluyla kamuoyu
oluşturulabilir ve cevap ağzından kerpetenle alınabilir.)
İthaki
yayınlarından çıkan Edgar Allen Poe kitaplarına göz dikip yayın evine gitmemiz.
Yayınevinde çalışan kadının (tam görevini bilemiyoruz, zaten samimiyeti yeter.)
fanzini alıp ‘benim o kitapları vermeye yetkim yok ama…’ deyip kendi kütüphanesinden başka bir kitap
vermesi… Aynı akşam can sıkıntısının maillerine baktığımızda kadının ‘fanzininizi
okudum yarın gelip Poe kitaplarını alabilirsiniz’ demesi… (Artık bizimde Poe
kitaplarımızın kütüphanemizden bize gülümsemeye başlaması...)
Yazan bir
arkadaşımızın babasının ‘Can sıkıntısı çıkmıyor mu canımız çok sıkılıyor.’
Demesi…
Yazan bir
arkadaşımızın, dağıtan bir arkadaşımızla sevgili oluşu… ( Aşk her yerde, şimdi
değilse ne zaman? Yolda değilse nerede? )
Adana’ya
imza günü için gelen Küçük İskender’e fanzin veren arkadaşımızın muhabbet esnasında
sıkıntıdan bayılması… (Açtım ondan diye açıklaması ama bizim buna inanmamız…)
Çukurova
üniversitesinde bir hocamıza her sayıda ısrarla gidip hocam bu sayıyı da
almıyor musunuz diye sormamıza rağmen onun da ısrarla almamaya devam etmesi…
Ege
üniversitesinde bir hocamızın her sayıda bizi ilgiyle karşılayıp fanzin
karşılığı bize kendi çektiği fotoğraflardan büyük boy bir tane vermesi… ( Kendi
sanatını kendin paylaş, elden paylaş, yapana da yapıta da dokun. Yaşadığını
hissediyor insan. )
Ege
üniversitesinde çalışan İhsan Oktay Anar’ın fanzine karşılık cebindeki paradan
‘bu da benim çay param!’ diye ayırdığı kısmın gerisini bize vermesi…
Ankara’da
fanzin dağıtan arkadaşımızın oturduğu bir masada iletişim kurduğu kişinin ‘bu
benim en kötü günüm.’ demesi… İşinden ve sevgilisinden ayrılan arkadaşla iki
saatlik bir sohbet… İletişim kurmak için alınan telefonlar onun yazdığı sekiz
ayrı mail adresi… Ertesi gün sabahında bizi araması… (ne denli yalnızlaşmışız üzerine yeniden ardı
ardına süzülen dizeler…)
Otobüs yolculuğuna
çıkmadan İstanbul’da ulaştığımız birinin yolculuğun molasında okuduklarının
ardından bize telefonla ulaşıp duygularını belirtmesi… (hissetmek ertelemeye
gelmez. )
Can
sıkıntısını okumuş arkadaşların bize ulaşıp ‘doğu turu yapıyoruz yarın bizi
misafir eder misiniz’ demeleri… Onları karşılamak için İstanbul’a gitmeyi bir
gün ertelememiz… Adana’ya gelmeleri… Sıcak sohbetler…
Ankara’da
günün yorgunluğunun ardından dost sohbetleriyle dolu bir eve doğru şehir içi otobüste
yolculuk eden arkadaşımızın, Ursula le Guin okuyan biriyle karşılaşması, iletişim
kurması, fanzin vermesi…
Çanakkale’de
oturduğumuz Han Bar’da karşı masada oturan arkadaşların bilgisayarının masa
üstündeki fotoğrafı çok beğenip laf atmamız, tanışmanın ardından gelişen
sohbetler, şimdiye dek yayınlanan fanzinlerin sayfalarının fotoğraf formatları
ile o fotoğrafı takas etmemiz, fotoğrafı bu sayıda yayınlamaya karar
vermemiz…
Adana’dan
gelen arkadaşların Çanakkale’de güneşin 21’den sonra batmasına ve havanın çok
geç kararmasına şaşırmaları… Hep birlikte güneş batışlarına boğaza koşmalarımız…
Gün batımı çayları, çitosları, sucuk ekmekleri…
Tüm bunları
anımsamak için geçirilen zamanın bellekten kayboluşu… Saatin, biz bunları
yeniden anımsarken ve yazarken birden 05.11 oluşu…
Ve daha ne
anlar, ne yollar, ne mekânlar, ne insanlar, ne güzellikler
Ve daha
neler…
Neler?
Yaşayanlar:
Ayzer, Süveyda Sezgin, İkiden_sonra, Moria Pia
Hazırlayan:
İçimizden en az biri romantik…